Günlerdir Barış Akarsu’nun yoğun bakımdaki sürecinden ve vefatından bahsediyor basın... Ben hangi kanalda Barış’ın haberini görsem, anında değiştirir oldum kanalı...
Gazetelerin ön sayfalarında Barış’a yer verilmesine dayanamadım...
Radyo programımda bahsetmedim Barış’tan hiç...
Ne müziğini ne yaptıklarını ciddiye alan medya, birden Barış demeye başladı... “Kaza geçirmeden önce son röportajı bizimle yaptı” yarışı hızlandı...
O röportajlar yeniden yayımlandı...
“En son bizim televizyon programımıza konuktu” dediler... Programın tekrarı verildi...
Verilecek de bir süre daha...
Barış, yarışmadan çıkan bir ünlüymüş (inanın bilmiyorum).
“Bu yarışma programını tekrar yayınlasın ATV” dedi, TV eleştirmeni Yüksel Aytuğ...
Doğru; ölümün reytingi bol, share’i yüksektir!!!
Elinde Barış’ı olan beri gelsin...
Barış ile ilgili hikayesi bulunup da anlatmayan kalmasın...
Nereye kadar faydalanılabilirdi ki bir tükenişten?
“Bilmemne yaz, şu numaraya gönder Barış’ın polifonik melodisi cebine gelsin” reklamı girdi, Barış’ın adının geçtiği televizyon programlarında...
Nazan Öncel mektup yazdı Barış’a...
Destek olacakmış...
“İmkanı olsa ömrünün geri kalanını ona verirmiş” basitliğinde, alelacele yazılmış bir mektup...
Ömrünün geri kalanını vermesine lüzum yok, on binlerce dolara sattığı bestelerinden Barış’a hayattayken kaç tane vermiş Nazan Öncel?...
Nasıl destek çıkmış Barış’a?...
Göz göre göre kör ölüyor ve badem gözlü oluyordu... Barış’ın yattığı hastaneye gelmek, akşam haberlere çıkmanın garantisiydi... Televizyonda görünmek demekti... Peki ayıp ne demekti?...
Utanmazlık?... Pişkinlik?...
Bir oğul bitiyor az ötede…
Bir anne kanıyor başucunda...
Bir baba ağlıyor ığıl ığıl...
Günlerce sürüyor bahse konu ıstırap...
“Dayan Barış” diyorlar sütun sütun...
Barış nasıl dayansın?... Yalvarırım susun!..
Bu çirkinliğe, bu riyakarlığa, ertesi gün ölüm döşeğindeki fotoğrafının gazetede yer almasına, fırsatçılığa Barış ne yapsın?
Barış ölüyor... Çarşamba gecesi...
Tam mikrofonumu açmış, radyoda merhaba diyecekken, ölüm haberini iletiyorlar haber merkezinden bana... Birazdan bütün televizyonlar, radyo kanalları, internetteki haber siteleri son dakika haberi olarak duyuracaklar... Eyvah!!!
Ben hepsinden daha öndeyim (!) Pat diye söyleyebilirim... Susuyorum...
“Kötü bir haber aldım... Ama bunu benden duyamayacaksınız... Söyleyemem... Siz televizyondan, diğer radyo kanallarından öğrenin” diyorum...
Öğreniyorlar...
Barış Akarsu şarkıları isteniyor dinleyicilerin bir kısmı tarafından... Yapamam!...
Zaten radyodan şarkı isteğinde bulunulmasından hazzetmem, o ayrı da...
Yaşarken de hiç yer vermedim ki Barış’ın şarkılarına programımda...
Beğenmediğimden değil, fark edemediğimden...
Ne ayıracak beni “bilmemne yaz, şu numaraya gönder Barış’ın polifonik melodisi cebine gelsin” zihniyetinden?... Nazan Öncel’den?... Barış’ın yoğun bakımdaki fotoğrafını düşüncesizce kullanan gazeteden?...
Yayındayken kısa mesaj sistemine, e-postama dinleyiciler tarafından gönderilen iletilerin hepsi iyi niyetliydi şüphesiz...
“Barış seni unutmayacağız” mesajları gelmeye başladı... Unutursunuz dedim... İnanmıyorum bu lafı edenlere dedim... Kemal Sunal ölünce de unutmuyordunuz... Barış Manço ölünce de... Madımak Oteli’nde yakılanlar da unutulmayacaktı...
Uğur Mumcu için de benzeri temenniler dile getirilmişti... Unutuldu hepsi...
Kemal Sunal’ın ölüm yıldönümünde mezarı başında yalnızca 3-5 kişi vardı... Sadece filmlerde beraber rol aldığı oyuncular gitse, en az 100 kişi birikirdi kabrinde... Ama gitmedi kimse...