Birçok insan Amasra’nın adını Barış Akarsu sayesinde duydu. Oysa Amasra, ‘Masalsı Güzellikler Diyarı’ olarak, Tarihin derinliklerinden günümüze gelmiş bir cennettir. ‘Batı Karadeniz’in İncisi’ olan Amasra, nadide bir güzelliktir.
Necdet Sakaoğlu’nun ‘Çeşm-i Cihan Amasra’ adlı kitabında, bu doğa harikası yerleşim merkezinden ‘Kraliçe’nin Kenti’ olarak söz edilir. Bundan böyle ise, ‘Barış Kenti’ olarak anılacak…
Amasra’nın ilk adı, ‘Sesamos’… Ünlü coğrafyacı Strabon’a göre, Sesamos’u, Amazonlar kurmuşlardı. Amasralılar, Sesamos isminin Boztepe yamaçlarını örten yabani susam çiçeklerinden doğduğuna inanırlar.
Bugünkü Amasra’yı ise Büyük İskender’in baldızı İranlı Kraliçe Amastris’in inşa ettiği söylenir. Amastris ya da Amasra, Pontus döneminde Altın Çağı’nı yaşamış. 500 yıl Roma egemenliğinde kaldıktan sonra da Bizans’a geçmiş. 1460 yılının Ekim ayında ise Fatih Sultan Mehmet Amasra’yı Osmanlı topraklarına katmış… Fatih’in, Amasra’ya Bakacak Tepesi’nden bakarken, ‘Lala Lala, Çeşm-i Cihan bu mu ola" dediği tarih kayıtlarına geçmiştir.
Eski çağlarda uyuyan bir prensese benzetilen Amasra, Anadolu'da bir benzeri görülmeyen Kuş Kayası anıtı, muhtemelen Roma eyalet Meclis Sarayı olarak inşa edilen "Bedesten"i, Roma imparatoru Claudius döneminde yapılan tek gözlü Roma Köprüsü, kilise temelleri kalan Tavşan Adası, 9. yüzyılda yapılan kale içindeki Fatih Camii, İç Kale Mescidi, hamam, tiyatro ve mağaralarıyla bugün de büyük ilgi çekiyor.
Evet…
Barış Akarsu’nun bir rüyası vardı… Uyuyan Prenses’i uyandırmaktı bütün arzusu… Tıpkı masaldaki gibi… Bir öpücük yetecekti… Ama önce, prens olması gerekiyordu… Oldu da… Kimbilir, büyük, büyük, büyük annesi Kraliçe Amastrist’ti ve Barış, zaten bir Prens’ti… Barış, Amasra’yı, Batı Karadeniz’in Bodrum’u yapacaktı… Bunun için en güçlü silahı olan gitarını da konuşturmaya başlamıştı…
İşte Barış’ın Amasra sevgisi…
Toprak kokan şehir Deniz kokan şehir Sevda kokan şehir
Büyüsüyle bekler seni Caddeler ıslak gözyaşlarıyla
Gitmem bu gecce gidemem artık olmasanda Gitmem bu gecce olmasanda
Hava ile bütün Su ile bütün Güneşle bütün şehir
Bıraktığın zamanki gibi Loştur heryer hayalin gibi
Gitmem bu gecce gidemem artık olmasanda Gitmem bu gecce olmasanda
Oysa artık düşlerimde Yanlızlık da aşktır bu şehirde Karanlıkta aşkır sensizlikte
Gitmem bu gecce gidemem artık olmasanda Gitmem bu gecce olmasanda...
Bir mail geldi: Barış’ı yazarsanız, bunu da yazın:
-Sen gönüllerde bi taht kurmuştun, sen o toprak kokan o deniz kokan o sevda kokan şehrini bırakıp da gidemezsin, uyumadık senin için yemedik içmedik hep dua ettik bizi bırakıp da gidemezsin sen dönülmez gidişleri sevmezdin ama sennn dönülmez bi gidiştesin şu an sen ıslak ıslak bakmazdın baktırmazdın da hatta kimsenin üzülmesini ve kimseyi üzmek istemezdin neden be barışım neden bizi üzdünnnn o sevda o aşk kokan şehrinde daha nice şarkılar sölicektik neden barışım neden sen yıkılmaz bi insandın neden dayanamadın sen benim tarığım barışım alfanzom dun olmadı barışım olmadııı sen bittin gittin giderken bizide bitirdinnnnn sen bizde bitmeyecek olan bi efsanesin bitmeyecek olan bi barışssın allahım mekanını cennet eylesin sensiz hayat yerin dibine batsın bu gidiş olmadı barışımmm olmadııı gitme barışımm tarığım alfanzom gitme, yalancı yarim, yıkıpta gitme bizi, nasıl dayanır bu yürek gitme…
Ertuğrul Özkök’ün dediği gibi ‘Genç ölüm bazen şanstır’ diyerek teselli buluyor şimdi herkes…